entry'ler (522)

güneşin kızları

Flashbackleriyle, yer yer gizemli olaylarıyla izlettiren ama bazı yerleriyle ergen havasından kurtulamayan dizi.

Spoiler diyeceğim ama adetten:

-spoiler-

- Melisa denen pis kızın (mecazen değil gerçekten pis, yüzüne sürdükleri fondötenden midir nedir cildi pis pis, yağlı yağlı duruyor) neden kimi kimsesinin olmadığını anlamıyorum. Tamam anne yok anladım, ama bir baba figürü koymuşlar oraya ki sanırsın iskele babası. Kızı kötürüm kalmış ama kızın yanında sadece savaş duruyor, arada da abisi olacak zibidi. Melisa'nın ilk ortaya çıktığı zamanlarda da bi s.k yapmadıydı kızına, sanırsın kız tatile gitti geldi. Birkaç defa sahnesi olan bir adam için fazla yazdım evet ama durum abzürt napayım.
- Bu geceki * bölümde savaş belki de görüp görülebilecek en kötü sarhoş taklidini yaptı. Sen hep öyle dur, kısık kısık bak savaş, öylesi daha iyi.
- Sevilay'ın iyice tırlattığını görmekten tuhaf bir şekilde zevk alıyorum. Ayrıca haluk'un odasına kimse yokken girip yatağına yattığı, yastığı kokladığı, koklamakla da kalmayıp sevişir gibi yaptığı deli manyak hareketler neydi la öyle. Ne haluk'muş amk.
- Peri'yi tenzih ediyorum, şu ikizlerin zerre okula gitmeyip zerre ders çalışmaması bana hiç çalışmadan tıp bitiren kavak yelleri aslı'yı hatırlattı. Güneş de nasıl anaysa artık, "hadi ablanızı yalnız bırakmayın" diyip kızlarını sürekli gezmeye tozmaya itekliyo. O sebeple bunlardan da ileride bir tıpçı, bir hukukçu çıkarsa şaşırmayın.
- Dizideki en pislik adamın haluk olması gerekirken, kesinlikle en sevdiğim, en sempatik karakter kendisi. Halbuki adamın ne tecavüzü kalmış ne adam öldürmesi, her bir halta bulaşmış afedersin ama yarı deli olduğundan mıdır, küçüklüğünde yaşadığı şeylerden midir nedir, adamın yüzünde herkesten masum bir ifade var. Ne bileyim bu adam deli de psikopat da olsa bırakılmaz be. Güneş sana diyom. Feminikliğin alemi yok.

-spoiler-

take me to church

Şu mübarek günlerde delicesine dinleyerek iyi bok yediğimi düşündüğüm şarkı. Dinlerken de söylerken de iki cümlede bir tövbe estağfirullah çekiyorum ama namussuz öyle de güzel ki insanın başka bir şey dinleyesi gelmiyor. Kanımca uzun zamandır yapılmış en güzel şarkılardan biri.
Ha bir de kim yaparsa yapsın, bu şarkının hiçbir coverının orijinalinden daha iyi olamayacağı kanaatindeyim.

evlenirsem soy adımı değiştirmem diyen kız

evleneceğim kişinin soyadının kulağıma çok kekomançi gelmesinden mütevellit, kendisine bir ihtimal de olsa "beni de say" dediğim kızdır. ha çok da totom yemiyor gerçi o ayrı. zira ileride eşimle soyadlarımızın farklı olmasının resmi kurum gibi bazı yer ve durumlarda sorun yaşatması pek muhtemel. bir yandan da herkese mi öyle geliyor yoksa bana mı bilmiyorum ama ad-soyad uyumumun da hali hazırda hastasıyken neden o güzelim ahengi, o güzelliği tırto bir soyadla bozayım diyorum. kendisine de açıkladım bu durumu. inan feminiklikten değil, tamamen muhteşem rafine zevkimden ötürü dedim. o da aman iyi be naparsan yap dedi. hem de mezhebi geniş, pek modern bir erkek de değil kendisi çok şükür. buna rağmen olumlu bir karşılık alınabildiğine göre önemli olan bir şeyi ne niyetle yaptığın ve istediğin sanırım. ha ben de o'nun bu anlayışına karşılık bir jestle kekomançi bir soyadla ömrümü geçirmeye niyetlenicem gibi gözüküyor bakalım ya, nasip kısmet.

kpss 2014

yaklaşık 5-6 gün önce zamanında kendimce yüzüne bile bakmadığım bir üniversitenin okumuş olduğum bölümünün yüksek lisans mülakatına gittim. sonuç; mülakat sırasında bölümümle alakalı teknik konuların abc'sini bile cevaplamakta acizdim. o beğenmediğim üniversitenin hocalarına kendimi rezil rüsva ettim. peki bundaki sebep benim aptal olmamdan mı kaynaklıydı? bilmiyorum, ama çok da aptal olsaydım zor denilen bir bölümü 4 senede bitiremeyeceğimi düşünüyorum, en azından abc'sini bilmeden. kısaca asıl sebep yaklaşık 2 senedir işsiz olmam. 2 senedir bu -çok afedersin- torpilin yoksa k.çındaki b.ku dahi çıkaramayacağın piyasada hiçbir şekilde yer alamamış, okuduğum öğrendiğim şeyleri hiç kullanamadığım için unutmuş olmam. bu sebeple ki lisans sırasında devlette çalışmayı "boş adam işi" olarak değerlendirirken, mezun olunca dünyanın kaç bucak olduğunu görüp, yaklaşık 7-8 ayımı kpss uğruna heba ettim. heba ettim diyorum; çünkü bu çabalarımın boşa çıkmasının yanında, yüksek lisans mülakatı sırasında beynimde hocanın sorduğu soruların cevabı olması gerekirken, yerini türkiye'deki platolarla, II. Meşrutiyet'le, zararlı cemiyetlerle doldurdum. gerçek şu ki, beynimi öylesine gereksiz şeylerle doldurmuştum ve öylesine hamlaşmıştım ki kpss'yi kazanabilsem bile kendi mesleğimi yapabileceğim konusunda ciddi şüphelerim vardı. hala da var. makina mühendisliği okuyup nihayetinde "ajdar" olup çıkmış bir insanın halini malesef her geçen gün daha da iyi anlıyorum.

hiç unutmuyorum, yaklaşık 6-7 ay önce, gitmekte olduğum -cemaatle ilgisi olmayan- dersanedeki hocanın birine sorulmuştu, "hocam beyaz kalem, fem falan çözüyoruz ama, hükümet-cemaat kavgası ayağına biz de yanmayalım?" diye. hoca da soruları hazırlayan kurul veya kişilerin, 17 aralık'tan önce seçilmiş olduğunu, bu sene için bir değişiklik olmayacağını ama muhtemelen 2015'te bir şeylerin değişeceğini ama bizim rahat olmamız gerektiğini söylemişti. o zamanlar demiştim, ulan amma kuruntu yapan bir millet olduk, bu iş kpss sorularına kadar sıçrar mı hiç diye. yani mantıken sıçramaması gerekiyor. cemaatin sorduğu sorularda üçgenin iç açıları toplamı 180'ken, hükümetinkinde farklı mı olacak? yani bu vakte kadar sorulan sorular cemaat odaklı değildi ki, bundan sonra cemaat karşıtı bir müfredatla karşılaşalım. zaten bana kalırsa sorulan sorular hükümet yanlısı olmaktan çok "her şeyin kontrolü hükümetin elinin altında" tarzındaydı. soruları hazırlayanlar bir şeylerin değiştiğini -sanki bunun yeri orasıymış gibi- yersiz bir kanıtlama çabası içerisine girmiş gibiydi.

açıkça söylüyorum, "atatürk sormayarak tarihimizi unutturmaya çalışıyorlar.." sözleri çok boş beleş laflar geliyor bana. sorun, atatürk'ü sorup sormamaları değil. hayır, koskoca insanlar giriyor bu sınava, insanlara bir şeyleri empoze etmeye/insanları bir şeylerden uzak tutmaya çalışsan ne yazar. sorun, öne sürülmüş müfredatın dışında sormaları. baştan çıkar o konuları müfredattan, "mahmut paşa'nın kirvesi kimdir" kıvamındaki çılgın soru tarzından da vazgeç, bir şey dersem ne olayım. bak ciddi soruyorum, ilke inkilapları ve kurtuluş savaşını çıkarınca müminliğin arttığını mı zannediyorlardı? ya da kendince cihat mı yaptıklarını düşünüyorlardı? yahu bırak müslümanlığı cihadı, bu bildiğin kul hakkı. böyle böyle soracağız deyip de, insanların şıklardaki isimleri bile hayatlarında ilk kez duydukları soruları sormak, bunca emeği hiçe saymak, tek atanabilme uğruna olan ya da olmayan tüm maddi birikimini bu sınava harcamış insanların emeklerini çöpe atmak düpedüz kul hakkıdır. çalışanla çalışmayanı bir tutan, "iyi sallayanın" atanabileceği bir sınav yapmak açık açık insanların haklarını yemektir.

bir de rica ediyorum, şu zor olan herkese zordur, önemli olan sıralama muhabbetini etmesin kimse. yahu bitirmediğim deneme, test kitabı kalmadı diyorum; gecemi gündüzüme katıp son güne kadar çalıştım, resmen insanlıktan çıktım, şu genç yaşımda sinir stresten edinmediğim hastalığın kalmaması da cabası. fakat sonuç olarak birkaç hafta çalışma ile girdiği sınavda sırf daha iyi sallayabildi diye adam benden veya çalışan birinden daha iyi puan alıyor, haliyle sen ben değil o atanıyor. sınavın zorluğu-kolaylığı adaleti etkilemez, adaleti etkileyen "bunu soracaz" diyip sormamandır, sınavın tarzını habersizce değiştirmendir.

ha ben bu kadar yazdım da ne oldu? davulcunun osuruğu derler ya hani, benimkisi de ondan. lisede, üniversitede "geleceğin parlak beyinleri" diyerek pohpohladılar da 2 sene boyunca işsiz kaldım da ne oldu? kimin umrunda oldu? kimsenin. yükseklerdeki birkaç parlak meslektaşımı gösterip her şeyin yolunda olduğunu, sistemin tıkır tıkır işlediğini gösterdiler gene. şimdi ise atanamayacağım için, hayatımın bundan sonrasında daha nasıl kötüleşeceğini, artık tutunacak hiçbir planımın kalmadığını da gene bilmeyecekler. bilseler de zaten gene bir şey değişmeyecek.

belki bu hayatta, hayatımın sonuna kadar sistemin en zayıf halkası olacağım ama biliyorum ki öte hayatta bunun hiçbir önemi yok. orada önemli olan hak-hukuk.

ve üstlerinde eğer zerre hakkım varsa, sırf hırsları uğruna bu zulmü yapanlara hakkımı helal etmiyorum.

şimdi onlar düşünsün.

300 rise of an empire

-spoiler-

- bi allah kulu da demiyor ki, artemisia'nın * o giydiği kıyafetler, o makyajı da neydi öyle hacım diye. dönemin adeti, geleneği göreneği savaşırken gece elbisesidir, abiyedir neyin giymek ise bilemem gerçi. ama filmin sonunda kadın ölürken -dahası savaşırken- ayağında file çorap vardı be file çorap. yahu file çorap!

- ya oyunculuklar biraz yapaydı, ya senaryo ve diyaloglar fazlaca klişe ve sıradandı, ya da her iki durum da söz konusuydu.

- filmdeki pornografi eşeğin şeyine su kaçıran cinstendi. gereksiz zamanda, gereksiz yere sokulmuş malum sevişme sahnesini zaten geçtim. ama filmin açılışında tecavüz edilmek için yakalanan kadının göğüslerini göstermek de neyin nesidir? çıplaklık söz konusu bir dram sahnesine ne katabilir? heyecan, adrenalin? hasta mısınız yahu?

- dövüş, savaş falan iyi de.. 3 boyutlu gösterilmek üzere çekilmiş her filmde olduğu gibi bu filmde de "madem 3d film yapıyoz, seyircinin yüzüne gözüne bol bol kan, et neyin sıçratalım da parasını çıkartsın hacı" denilmiş olmalı.

- gerçi bu biraz eleştirmek için eleştirmek gibi olacak, ama film boyunca sinema perdesine dokunup görüntünün rengini açma dürtümü engellemeye çalışmadım değil.

- ha bir de, anayla babayla, çoluk çocukla, karı-koca veyahut sevgiliyle gidilecek bir film değil. zira malum sevişme sahnesinde rahatsız olup yüzünü size çevirecek kadar anlayışlı bir partneriniz olsa dahi, gerek sahnenin uzunluğundan, gerekse görmeseniz de "dövüşüyüo mu napıyo bunlar amk" dedirten bağırış çağırışın fazlalığından ötürü, bir yerden sonra epeyce sıkılıp rahatsız olmanız kuvvetle muhtemel.

-spoiler-

ırkçı ve seksist film.

miranda kerr

zamanında orlando bloom'a acıma sebebimdi. hayır benzetmek gibi olmasın ama, sanki gitmiş de pavyondan malum bir kız almış veyahut bir pornocuyla evlenmiş gibi geliyordu bana adamcağız. orlando'yu çok mu ingiliz beyefendisi görüyordum, ondan mı kadının mankenliği battı diyeceğim ama olay mankenlik de değil. çağla şikel de manken ama kendisini seviyeli bulurum bak. bu kadın cidden öyle değil. orlando'nun anası olaydım bu uruspuyla evlenirsen südümü helal etmem derdim. diyemedim ama boşandılar da zaten, olan bizim oğlana oldu. hayır güzel müzel ama bildiğin pis bu kadın ya. kokuyo gibi sanki. tövbe tövbe.

çalıkuşu

-spoiler-

Bu son ayrılık saatinde niçin hakikati saklamalı? Bu okumayacağın defteri ben senin için yazdım Kâmran. Evet, ne söyledim, ne yazdımsa hep senin içindi. Yanlış, çok yanlış bir iş tuttuğumu bugün artık itiraf edeceğim. Ben, her şeye rağmen seninle mesut olabilirdim. Evet, her şeye rağmen seviliyordum, sevildiğimi de bilmiyor değildim; fakat bu bana kâfi gelmedi, istedim ki çok, pek çok sevileyim, kendi sevdiğim kadar değilse bile -çünkü buna imkân yok- ona yakın sevileyim. Bu kadar sevilmeye benim hakkım var mıydı? Zannetmem Kâmran. Ben, küçük, cahil bir kızdım. Sevmenin, kendini sevdirmenin de bir yolu var, değil mi Kâmran? Halbuki ben bunları hiç, hiç bilmiyordum. Senin Sarı Çiçeğin -taş atmak için söylemiyorum Kâmran, inan bana, mademki seni mesut etti, ben hayalimde onunla barışıyorum- kim bilir ne kadar cazibeli bir kadındı? Kim bilir sana ne güzel şeyler söylüyor, ne güzel mektuplar yazabiliyordu? Ben, belki senin çocuklarına, çocuklarımıza iyi bir anne olacaktım. O kadar. Kâmran, ben, seni sevmesini, senden ayrıldıktan sonra öğrendim. Hata yaptığım tecrübelerle, başkalarını sevmekle sanma sakın. Gönlümün içindeki derin, hazin, ümitsiz hayalini sevmekle. Zeyniler mezarlığının karanlığında, rüzgârın sonbahara kadar haykırıp ağladığı uzun gecelerde, Çeçen arabalarının ince sesli, yanık çıngıraklarının tirediği bu ovalarda, Söğütlük bahçelerinin ılık iğde kokularıyla dolu yollarında, ben hep seninle yüz yüze, senin hayalinin kollarında yaşadım. Yarın, karısı olacağım biçare adam, beni zambak gibi masum bir kız zannediyor, ne yanlış! Sevdanın hiçbirinin, bu dul kadın ruh ve vücudunu benim kadar hırpaladığını, yıprattığını zannetmiyorum. Kâmran, biz asıl bugün birbirimizden ayrılıyoruz. Ben, asıl bugün dul kalıyorum...
Bütün olan, geçen şeylere rağmen, sen yine bir parça benimdin; ben bütün ruhumla senin...

-spoiler-

evlilik

genelde birbirine "dünyalık" gözle bakan eşlerce özgürlük kısıtlayan, hayatı karartan, bunaltan ve toplum zorlamasıyla içine girilen bir kurum olarak görülürken; birbirini ebedi eş olarak gören eşlerce ise müthiş güzel, müthiş huzurlu, hayata anlam katan ve her daim tavsiye edilen bir kurumdur.
sanırım olay, sonsuzlukta bir olabileceğin diğer yarını bulabilmekte.

karısını aldatan erkek vs kocasını aldatan kadın

(bkz: aynı bokun laciverti)

hayır gerçekten merak ediyorum, erkeklerin aldatmasının daha kabul edilebilir gören erkekler, aslında ciddi ciddi kendilerine hakaret ettiklerinin farkında değiller mi? erkekler gerçekte bu kadar iğrenç varlıklar mı ki kendilerine böyle bir hareketi yakıştırabiliyorlar? veyahut bu çirkinliği kendi üzerlerinde daha katlanılabilir buluyorlar? arkadaşlar ciddi soruyorum, insanlığınızdan şüpheniz mi var?

başlatmayın geleneğinize göreneğinize. aldatmak aldatmaktır, zina zinadır. erkek de kadın da aynı derece insan olduğu için, aldatan erkek de kadın da aynı derece iğrençtir. nokta.

ekşi sözlük üyelerinin uludağ sözlük e gelmesi

(bkz: bir götlük yer açın beyler)

el fetih camii ne ayakkabı ile giren mısırlılar

mısır'daki katliam ile gezi olaylarını karşılaştırmaya gidebilecek kadar körleşmiş, sığlaşmış insanlarca(!) aşağılın da aşağısı, adinin adisi yargılara maruz kalmakta olan kardeşlerimizdir.

allah müslüman kardeşi için kalbinde azıcık da olsa acı hissetmeyen bu zalimlerin fitnesinden, zulmünden, karanlığından korusun hepimizi.

kendi ismiyle sözlüğe üye olan yazarlar

olsa olsa babadır. şifresinin de 123456 olması muhtemeldir.

sözlük yazarlarının itirafları

çok zor bir dönemden geçiyorum sözlük.
hali hazırda iyi bir üniversitenin, iyi bir bölümünden mühendis sıfatıyla mezun olmama rağmen 1 yıldır işsizim. durumumu bazen pek çok nedene bağlıyorum, bazense elle tutulur mantıklı hiçbir neden bulamıyorum. bu meslekte kadın olmak, sakin ve sessiz bir yapıya sahip olup kısaca "yırtık" olmamak gibi kendimce belirlediğim sebeplerin yanında bir sebep var ki, herhalde bu süreç içinde beni en çok yıpratanı, en çok üzeni.. 5 vakit namaz kılıyor olmak. evet sözlük, çoğunluğu müslüman bir ülkede ve hani şu "dinci hükümet" zamanında bile ciddi ciddi böyle bir engel var. çalışma saatlerinde 10 dakikadan fazlasını ayırmana gerek kalmayacak bir ihtiyaç için "yerimiz yok", "patronumuz bu tip şeylere sıcak bakmıyor", "yoğun bir işimiz var, zaman bulamazsınız" gibi bahanelerle geri çeviriliyorum her defasında. bu da yetmezmiş gibi resmen ezberinden fatiha okuyabiliyor diye kendinde fetva verme yetkisini gören eş dost tanıdık, seni bu "davandan" vazgeçirmeye çalışıyor ki sanırım en can sıkıcısı da bu. "canım kazaya bırakırsın ne var", "başlarda kılma, bi süre sonra belki kılarsın", "hayır yani başın kapalı da sanki, sanki çok takva sahibisin de, kazaya bırakmayı çok görüyorsun" bunlardan sadece birkaçı.. ha bir de öyle bir şey var, başın açıksa kapalı bir bayandan daha az dindar olman bekleniyor. tamam biliyorum mükemmel değilim, m'sinin yakınından bile geçmiyorum belki de. ama henüz yapamadıkların için yaptıklarını da terk edersen, bir süre sonra hali hazırda yapıyor olduğun bir şey kalır mı ortada? daha da önemlisi, allah'ın yap dediğine yapma demek.. nasıl bir vebaldir bu?
insanın kendinden yaşça küçüklerinin bile mezuniyetine, hatta işe başlamalarına, yaşıtlarının ise değil iş bulması iş değiştirmelerine tanık olmak çok zor sözlük. hele ki henüz 0 tecrübe ve şahsıma sözde mühendis sıfatını kazandırmış eğitimi, bilgileri dahi hatırlayamayacak kadar paslanmış bir kafaya sahipken, daha da zor. kıskanç ya da fesat olmaya gerek yok, işsiz olanlar bilirler, tanıdıkların nerelere geldiğini görmenin, duymanın, istemsizce kendinle kıyaslamaya gitmenin ne zor olduğunu. ama sanırım en zoru, iş bulamamaktan ötürü evlilik planları yapılmış kişiyi de ucu bucağı gözükmeyen belirsiz bir bekleyişe sokmuş olmak. iki kat üzüntü, iki kat yorgunluk..
bu bir imtihan dönemidir, dimi sözlük? yani insanın 2 ay ara ile hem babaannesini, hem de dedesini kaybetmesi, çokça ailevi sıkıntılar ve hastalıklar yaşaması, 1 yıldır iş bulamaması? hem de kendisini üzdüğü yetmezmiş gibi canı diye gördüğü insana da bu üzüntüleri yaşatıyor olması?
ne denilebilir ki sözlük.. yeter ki allah sabrını versin.

namaza yeni başlamış insan

rahmetli babaannemin dediğine göre, eğer namazını 40 gün hiç bırakmadan kılacak olursa bir daha hiç kılmamazlık yapamayacak kişidir. * *
allah kabul etsindir.

sevgilisi için uyumayan insan

işsizse ve işinde gücünde olan sevgilisini sahura uyandırmak için telefonla arama işini devralıp "ya uyuyakalır da uyandıramazsam" korkusuyla uyumamışsa vampir neyin değil, baya bildiğin on numara sevgilidir. aferindir. *

çiğ köfte yiyen erkek

samimi erkektir. net.

insanları mutlu eden küçük şeyler

banyodan yeni çıkmışsın, üzerine ince ve bol tişörtünü geçirmişsin, balkonun açık kapısından da tatlı tatlı esen rüzgar perdeleri uçuştururken, biri önüne taze meyvelerle hazırlanmış bir tabak koymuş yemen için.
seni bilmem ama bence mutluluğun resmi budur abidin.

modern family

türkiye'de neden bu derece underrated olduğunu asla ama asla anlayamayacağım, müthiş eğlenceli karakterlere ve çok zeki diyaloglara sahip, her izlediğimde huzur dolduğum hayatımın dizisi.
ve aynı zamanda ne yazık ki son kale olan dizisrt.com'dan da kaldırılmış dizi.
izlediğim lostlar, himym'ler senin olsun diyorum, bana modern family'yi verin diyorum. bari merdiven altı üretim yapan bi dizi sitesi neyin söyleyin lan. mağdurum çok.

bir mühendislik öğrencisinin hazin sonu

(bkz: iş bulamamak/#19422169)

iş bulamamak

zor bir bölümden, çokça emek harcayarak, çokça engeli aşarak 4 senede mezun olabilmek bana sadece, hayatta hiçbir şeyin beklentilerle ve planlananlarla işlemediğini öğretti. zira mezun oldum olalı planlarımdan, beklentilerimden ziyade, şaşkınlıklara tanık oldum. ha bir de ilkokuldan başlayıp üniversite sonuna kadarki olan herhangi bir süreçte başarılı ya da başarısız olmanın çok da bir anlam ifade etmediğine.

örneğin, lisans dönemi boyunca saflığıyla ün etmiş, dalga konusu olmuş, hemen hemen her sınavı sayfa sayfa kopyayla geçmiş, "ulan bu kız da 4 senede bitirebildiyse.. bizim bölüm çok bozdu." dedirtmiş birinin çok çılgın bir yerde, çok iyi bir pozisyonda işe başlamış olması.

diyeceksin başarısızdır ama kızın ağzı laf yapıyordur, adamlara kendini sevdirtmiştir bir şekilde. çalıştığı yer, çalışanların kendilerini sevdirtmeyle girebileceği türden bir yer olmamasına rağmen, tamam diyorum öyle olsun. peki kız çok mu çeneliydi? evet benden daha konuşkan. ama ağzını da açıp az çok mesleki bir iki kelam ettiğinde saf olduğu anlaşılıyor gayet. ya da iyi niyetimi bozmayayım, biz bildiğimizden anlıyorduk öyle demek ki diyeyim.

"tamam haklısın, demek ağzının laf yapmasıyla, az biraz kurnaz olmayla dönüyor bu işler" diyeceğim, ama öyle de değil.

örneğin, sessizlikte şahsımı bile geçmiş, gamsız ve pasif görünümüyle bölümde dikkatleri çekmiş birinin bile ciddi ciddi iyi bir fabrikaya, iyi bir maaşla girmiş olması. hem de mezuniyetinden yalnızca bir iki ay sonra.

daha pek çok örnek verebilirim, ama işsiz güçsüz haliyle hasetinden çatlayıp, iş bulan tüm okul arkadaşlarının listesini tutuyor gibi gözükmemek için vermiyorum. zira benimkisi hasetinden çatlamaktan ziyade, "neyi yanlış yapıyorum?" sendromu.

diyeceğim odur ki; uzun bir süredir, çok uzun bir süredir, hayatımda iyi bir sınav döneminden geçiyorum. başka da bir açıklaması yok. varsa da ben bilmiyorum.